Rusya-Ukrayna savaşı devam ederken, Ortadoğu da kana bulandı. Hamas’ın beklenmedik saldırılarının ardından İsrail’in Gazze’de çok sayıda sivilin ölümüne yol açan orantısız güç kullanımı sürüyor. Bölgesel savaş riski artarken ABD’nin bölgeye uçak gemileri göndermesi, Çin’e ait altı savaş gemisinin Doğu Akdeniz’e doğru hareket etmesi öne çıkıyor.
Üçüncü Dünya Savaşı’na doğru ilerlediğimiz kaygısı giderek büyüyor. Bu noktada Galata Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Ulaş Başar Gezgin’e “insanlar neden savaşır, savaşlar neden çıkar, barış içinde neden yaşayamayız” sorularını yönelttik.
Özellikle sosyal psikoloji alanında uzmanlığı olan Prof. Dr. Ulaş Başar Gezgin, “Savaşı daha çok kaynak paylaşımında anlaşmazlık olarak yeniden tarifleyebiliriz” diyor. Prof. Dr. Gezgin’e göre, antik çağdaki savaşlar da halklar arası kavgalar olmaktan uzak, daha çok devletlerarası egemenlik savaşlarıdır ve bu yanlarıyla, 20. yüzyıl savaşlarının çıkış nedeniyle benzerlikler taşırlar. Ve şu vurguyu yapıyor: “Savaşın kurumları yerine barışın kurumlarını inşa etmeliyiz. Böylelikle, devletler ve milletler değil, insanlık kazanır. İki taraf da kazanır.”
Psikoloji bilimi açısından savaş olgusunu nasıl değerlendirebiliriz? İnsanlar bile bile ölüme hangi güdülerle giderler?
Liberal tez, insanın ölmesine neden olacak hiçbir davanın haklı olmadığını söyler. Oysa insanlar, inançları uğruna -bu inançlar dinsel de ideolojik de olabilir- ölümü göze alırlar. Savaşlarda kimileri paralı askerdir; para için ölür öldürürler. Bir başka grup, zorunlu askerlerdir. Onların motivasyonları farklı olacaktır.
‘SAVAŞIN KURUMLARI YERİNE BARIŞIN KURUMLARINI İNŞA ETMELİYİZ’
İnsanlar barış içinde yaşamakta neden bu kadar zorlanıyorlar?
Sosyal psikolojinin kurucularından Muzaffer Şerif’e göre, değişik grupların bir arada yaşamasını sağlamak için onlara iş birliği yapmalarını sağlayacak ortak hedefler verilmelidir. Gerçek hayatta ise, çatışan taraflara ortak hedefler sunmak oldukça zordur. ‘Arrival’ filminde olduğu gibi, uzaylılar dünyaya inse, o zaman insanlığın ortak bir hedefi olacak, böylece iç düşmanlıklar unutulacak. Ama nereye kadar? Bu çatışma son bulduktan sonra, düşmanlıklar devam edecek; çünkü düşmanlıkların ortadan kalkmasının bir yolu savaşın kurumları yerine barışın kurumlarını inşa etmektir. Ne demektir bu? Medyanın ötekileştirici söylemleri son bulacak, eğitim sisteminden düşmanlaştırıcı içerikler ayıklanacak. Barış eğitimi müfredata girecek. Diğer toplumsal kurumlar da, başta ordu olmak üzere, barış yararına dönüşecek.
Savaşlara bir avuç kötü insan mı karar veriyor? Din ve milliyetçilik temaları savaşacak asker bulmak için bahane midir?
1930-1940’ların Türkiyeli devrimcileri, Sovyetler Birliği’nden hareketle haklı savaş-haksız savaş ayrımı yapıyordu. 2. Paylaşım Savaşı’nda 27 milyon Sovyet yurttaşı hayatını kaybetti. İnanmış insanlardı, ama dinsel ya da milliyetçi motivasyonlarla hareket etmiyorlardı. Aynı biçimde Kore Savaşı ya da Vietnam-Amerikan Savaşı, Kuzey Koreliler ve Vietnamlılar için birer direnme savaşıydı. Vietnam’daki uzun adıyla, ‘Amerikan saldırganlığına karşı direnme savaşı’. Dolayısıyla, savaşların yalnızca din ve milliyetçilikten kaynaklandığı tezi doğru değil. Anti-militarizme de katılmak mümkün değil. Militarist bir dünyada kurtuluş hareketleri (örneğin Filistin’dekiler) militarist olmak zorundadır. Anti-militarist olması gerekenler, ezen ülkelerin solcularıdır.
Savaşa gönderenler, savaşa kendi çocuklarını göndermezler. İki tarafın proleterleri ölürler. Marx ve Engels ve sonra Lenin bunu net bir şekilde görmüşlerdi. Mao’nun oğlu ise, gönüllü katıldığı Kore Savaşı’nda Batılı müttefiklerin attığı bombayla öldürülmüştü.
Haklı savaş-haksız savaş ayrımını bir kez yaptık mı, savaşı bir avuç kötü insanla açıklayamayacağımız ortaya çıkar. Aslında, 20. yüzyılın birçok savaşı, sosyalistlerin dikkat çektiği gibi, kaynak/toprak paylaşımı savaşları idi. Ama bunlara direnenler de, savaştılar. Savaşı ilk kimler çıkardı? Tarihsel olarak bakarsak, elimizde yazılı olarak ilk savaşlar görünür. Bunlar, halklar arası kavgalar olmaktan uzak, daha çok devletler arası egemenlik savaşlarıdır. Bu yanlarıyla, 20. yüzyıl savaşlarının çıkış nedeniyle benzerlikler taşırlar.
Peki, haksız savaşları bir avuç kötü insanla açıklayabilir miyiz? Evet, açıklayabiliriz. Ama onları kötülüğü, kötü kişilikler olmalarından değil toprak/kaynaklarda gözleri olmasından ileri gelir.
KUZENLERİMİZDEN BİRİ OLAN BONOBOLAR BARIŞSEVERLİKLERİYLE BİLİNİR
Bazı evrimsel psikologların “azimle çoğalmak isteyen, bencil genlerden oluşmuş insanoğlunun hayatta kalmasına yardımcı olan kaynakları ele geçirmeye çalıştığını ve savaşmasının doğal olduğunu” savunan bakış açısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Evrimsel psikolojiyi ikiye ayırabiliriz: Anaakım evrim psikolojisi ve eleştirel evrim psikolojisi. Anaakım evrim psikolojisi şaşırtıcı biçimde kapitalizmi aklayan sonuçlara varma eğilimindedir. Bunun nedeni, kapitalist ülkelerde oluşturulmasıyla açıklanabilir. Oysa sosyalistlerin geliştirdiği evrim kuramında, örneğin Kropotkin’den esinlenenlere bakalım, insan, özünde yardımlaşmacıdır. Vahşi doğaya karşı iş birliği yapması, onu geleceğe taşımıştır.
Anaakım evrim psikolojisi, toplumsal cinsiyet konusunda da beklenmedik bir biçimde gerici sonuçlara ulaşıp toplumsal eşitsizlikleri olumlamaya doğru gitmiştir. Dolayısıyla, evrim psikolojisinden anladığımız, eleştirel bir bakış olmak durumundadır. Klasik bir örnek olarak, anaakım evrim psikologları, hayvan dünyasına bakıp “insanın doğasında saldırganlık vardır” derler. Oysa bu, şart değil. Kuzenlerimizden biri olan bonobolar barışseverlikleriyle bilinir.
Erkeklerdeki büyük miktardaki testosteron nedeniyle saldırganlıktan kaynaklanan savaşma duygusu olarak savaşları açıklamak mümkün mü?
Freud’dan esinlenen psikodinamik yaklaşımlara kulak verirsek, insandaki saldırganlık, her zaman şiddete yol açmaz; onun uygarlığın kabul ettiği biçimlerde kanalize olduğu örnekler bulunur. Saldırganlığı yüksek bir insan, kasap olabilir, asker olabilir ve özellikle de sporcu olabilir. Psikodinamik kurama göre, insanların savaşmak yerine maç yapması iyidir. Oysa madalyonun öbür yüzü var: İnsanların geliştirdiği sporlar, kazan-kazan oyunları değildir. Bir taraf kazanırken, öteki taraf kaybeder. Böyle barış olmaz. Sporun devletler ve milletler üstünden takımlandırılması da, barışa değil çatışmaya hizmet eder. Milli takımlar, milliyetçilikleri körükleyerek dünya barışına engel olurlar. Bunun çözümü, milli takımlar yerine karma takımlar oluşturmaktır. Böylelikle, devletler ve milletler değil, insanlık kazanır. İki taraf da kazanır. Bu düş’ün, elbette çok uzağındayız.
SAVAŞI DAHA ÇOK KAYNAK PAYLAŞIMINDA ANLAŞMAZLIK OLARAK YENİDEN TARİFLEYEBİLİRİZ
Aynı zamanda general olan antik Yunan tarihçisi Tukidides savaşların nedenini “açgözlülük ve ihtirastan doğan bir güç hırsı” olarak nitelemiştir. Ne diyorsunuz?
Savaşı daha çok kaynak paylaşımında anlaşmazlık olarak yeniden tarifleyebiliriz. Bu açıdan, Tukidides’in açıklamasıyla örtüşen bir yan vardır.
Bilim adamları, tarih öncesi dönemlerde avcı toplayıcı ekonomiden devlet organizasyonuna ve üretime geçilmesiyle savaşların başladığını belirtiyor. Yöneticiler ve ruhban sınıfının temel nedenleri ekonomik ve kaynak paylaşımı olmasına karşın dini ve milliyetçi söylemlerle toplumu ve askerleri yönlendirmesini nasıl değerlendirebiliriz?
Dinsel ve milliyetçi söylemler, toplumu motive etmek için kullanılıyor. Bir dine ve milliyete mensup olmak için hiçbir şey yapmak gerekmiyor. Okumak gerekmiyor, emek harcamak gerekmiyor. Ortalama insana bu ikili doğal geliyor. Bu söylemler, egemen sınıfların çıkarlarının toplumun çıkarları olduğuna toplumu inandırdığı ölçüde başarılı oluyor.
GÜNÜMÜZDE SAVAŞLAR EKONOMİK VE DOĞAL KAYNAKLARIN PAYLAŞIMIDIR
Antik dönemde de savaşların gerçek nedeni; imparatorluğun zenginliğini artırmak, doğal kaynakları ve ekonomisi güçlü bölgeleri ele geçirme, yaşanan ekonomik krizi savaşla aşmak ya da ekonomik kriz nedeniyle zayıflayan devletleri, toprakları ilhak etmek diyebilir miyiz? Günümüzde büyük güçlerin, aşırı sınırlı olmasından dolayı daha çok kaynağı elinde tutma hırsı savaşların nedeni midir? Son zamanlarda yaşanan savaşlar petrol savaşı mıdır?
Diyebiliriz; ancak bunlar, zaten kaynak paylaşımı sorununun görüntüleridir. Günümüzde de savaşlar ekonomik ve doğal kaynakların paylaşımıdır. Fakat savaşanlara bu böyle görülmez. Savaşanların uyanması gerekir.
HER SAVAŞTA SİLAH SEKTÖRÜ, HER BARIŞTA İNŞAAT SEKTÖRÜ KOLLARINI SIVAR
Savaş endüstrisi nasıl insanlığı savaşmaya kışkırtıyor?
Savaş endüstrisi, savaşan tarafları kaşıyor; iki tarafa birden silah satmanın peşinde. Bir taraf, öldürücülükte en ‘ileri’ silahları satın alıyor. Karşı taraf durur mu, o daha öldürücü olan silahların peşinde. Benzer bir durum da şu: ABD, işgal altında tuttuğu Afganistan’da son teknolojili silahlarını deniyordu. Bir gün çıkıp dediler ki: “Tüm bombaların babasını icat ettik. Bir vuruşta şu kadar insanı ‘etkisizleştiriyor’”. Bunu kınaması beklenen Rusya da çıktı dedi ki: “O da bir şey mi… Biz bombaların anasını bulduk. Bizimki şu kadar kişi öldürüyor…”
Savaşların bir nedeni de; yıkılmış şehir ve ülkelerin ayağa kaldırılmasında, yeniden inşasında şirketler kapitalizminin rolü müdür? Örneğin Ukrayna’nın yeniden inşasının bedeli 411 milyar dolar olarak öngörülüyor.
Her savaşta silah sektörü, her barışta inşaat sektörü kollarını sıvıyor.
Bir de şu var; kimileri dünyada doğal durumun savaş olduğunu, barış döneminin istisna olduğunu savunuyor. Ekonomik ve doğal kaynakların paylaşımı nedeniyle normal olanın savaş olduğunu, caydırıcılık nedeniyle savaşların durduğunu, barışın geçici olduğunu, savaş endüstrisinin sürekli yeni savaşlara hazırlandığını savunuyor.
Doğru olabilir. Caydırıcılık deyince, akla ilk önce, Kuzey Kore geliyor. Kuzey Kore’nin nükleer silahları olmasa, bugün çoktan işgal edilmişti. Demek ki, bazen, duvara asılı silah, daha sonra patlamıyor. Onun orada durması, çatışmayı önlüyor.